Davada zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olup olmaması hakkında Yargıtay Kararı

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi
2016/7453 E. 2017/2869 K.
K. Tarihi: 15.05.2017
Konu : Davada zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olup olmaması.

ÖZET: Taraflar arasında çekişmesiz olduğu üzere, yurt dışında çalışan davacıdan “Hisse Devir ve Kabul Sözleşmesi” başlıklı belgeler karşılığında para tahsil edilmiş ve davalı tarafın da kabul ettiği üzere toplanan paralar bakımından kişilerin gerçekten ortak olup olmadığının ve davalıların bu anlamda bir haksız fiillerinin bulunup bulunmadığının anlaşılmasında ve davadaki zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde de bu olguların göz önünde bulundurulması.

KARAR: Taraflar arasında görülen davada verilen 15/10/2015 tarih ve 2013/593-2015/723 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili; davalıların her istendiği an geri ödeneceği ve yatırılan paralar karşılığı yüksek faiz verileceği garantisiyle binlerce kişiden para topladıklarını, bu kapsamda müvekkilinden de başlıklı belge karşılığında diğer davalı adına 18.000,00 DM alındığını, ancak müvekkilince istenmesine rağmen alınan paranın geri ödenmediğin davalı … tarafından paravan olarak kullanıldığını ileri sürerek geçerli bir ortaklık ilişkisinin bulunmadığını tespitine ve fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; zaman aşımı ve husumet itirazında bulunmuş ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacının ortağı olduğu ve davalı …’de hissesinin bulunmadığı, davacının davalıların haksız fiillerinin yani hata ve hileye yönelik eylemlerine dair iddiasını yasal delillerle ispatlayamadığı gibi zaman aşımı ve hak düşürücü sürenin de geçmiş olduğu, davalı …’nin davacının parasını yatırdığı ile aynı çatı altında faaliyet gösteren şirket olup bağlantıları olduğu düşünülse bile sermaye şirketlerinde sermaye olarak şirkete verilenin geri istenemeyeceği, yurt dışında kurulan yabancı şirket ile davacı şirket arasında hukuki bir irtibatın bilirkişilerce tespit edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Davacı, yüksek kâr payı verilmek ve istenildiği zaman iade edilmek üzere kendilerinden para toplandığını, bu paraların davalı şirkete aktarıldığını, yurt dışı şirket ile davalı şirket arasında bağlantı bulunduğunu ileri sürerek işbu davayı açmış olup, mahkemece yukarıda açıklanan gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, şirketler hukukuna özgü hiçbir ilişkisi mevcut bulunmadığı, sonradan yönetim kuruluna giren … dışında herhangi bir yönetimsel bağlantının olmadığı, davacının iddiasını adlı belgeye dayandırdığı, söz konusu belgenin verilmesi ve şirkete ortak edilirken davalının katkısının ispat edilemediği, yabancı ülkede kurulu bir şirket için davacının yabancı şirkette ortaklığının bulunup bulunmadığının dosyadaki belgelerden tespit edilemeyeceği, ikraz sözleşmeleri karşılığında alacağını şirketlerinin hisselerini devralarak tahsil etmesinin ve kurulu şirketlere iştirak etmesinin tek başına tüzel kişilik perdesinin bulunduğu ve davacının davalı ile alacak ilişkisinin tespiti için yeterli olmadığı, hileye dair iddiaların ise hak düşürücü süre sebebiyle dikkate alınamayacağı bildirilmiş, mahkemece de bu bilirkişi raporuna itibar edilerek yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş ise de, söz konusu bilirkişi raporunda, bu açıklamalar dışında aynı zamanda, yabancı devlet kurumu raporlarında ülkelerinde toplanan fonların doğrudan aktarıldığı, kayıt dışı sermayenin yatırım stratejisi bulunmadığı, şirket ortaklarının mali yatırımlar ile ilgili bilgi ve deneyimleri bulunmadığı, kar dağıtımı yapılmadığı kredi vererek bilinçli olarak azaltıldığı, kredi ve iştiraklerin muhasebe defterine usulüne uygun kaydedilmediği açıklanmış olup bilirkişi heyetince yasal defter ve belgeler ile kredi sözleşmeleri ve ikraz sözleşmeleri incelendiğinde de sözleşmesi düzenleyen şirketlerin yüklendikleri borçları için herhangi bir geri ödemede bulunmadıkları, borçlarını hisse senetleri ile takas etmek suretiyle kapattıkları tespit edilmiştir. Bu durumda, davalının yurt dışında kurulu şirket adına para toplayarak bu paraları şirketlere aktardıkları iddia olunup dava, organize haksız fiilden kaynaklanan alacak (istirdat) davası olduğuna ve gerek yabancı devlet kurumları raporları gerekse bilirkişi incelemesiyle şirketler arasında ikraz sözleşmeleriyle şirketlere para akışı sağlandığı sabit olduğuna göre, artık bu aşamadan sonra davacının zararından davalının haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak, haksız fiil, hile ve aldatma olgusunun tespiti yapılırken raporları, davalı şirketin yöneticileri hakkındaki ceza dosyaları, bu dosyalardaki tanık beyanları da nazara alınarak, davalının hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken, yukarıda yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir. Ayrıca, mahkemece, davalının eylemi haksız fiil olarak değerlendirilse dahi davalının zaman aşımı def’inde bulunduğu ve zaman aşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, mahkemece, yukarıda belirtilen ceza dosyalarında alınan bilirkişi raporlarında tespit edilen maddi vakaların neler olduğunun belirlenmesi, tespit edilen maddi vakıalar varsa, bu maddi vakıaların dosyada mevcut, davacı tarafından ibraz edilen deliller ve görülmekte olan davada alınan bilirkişi raporlarıyla birlikte değerlendirilerek davacının uğradığını iddia ettiği zarardan davalının sorumlu olup olmayacağının saptanması, davalının hukuki durumunun ve davalı vekilinin zamanaşımı def’inin buna göre tayin ve takdir edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gereklidir. Bu noktada üzerinde durulması gereken öncelikli husus, davada zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kurallarına aykırı olup olmadığıdır. Her ne kadar bir borçlunun, borcunun zamanaşımına uğradığını ileri sürmesi ve bu yolla borcunu ödemekten kaçınması, tüm çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi bakımından da kanunen kendisine tanınan bir hak olup, zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi tek başına borçlunun dürüstlüğe aykırı bir davranışı olarak kabul edilemez ise de bazı hallerde zamanaşımı def’inin ileri sürülmesi dürüstlük kuralıyla bağdaşmayabilir Zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin hangi hallerde dürüstlük kuralına aykırı bulunduğu hususunda normatif bir düzenleme bulunmadığından, bu hususun varit olup olmadığının her somut uyuşmazlığın özellikleri nazara alınarak değerlendirilmesi gerekir. Bilimsel ve yargısal içtihatlarda davacının dava açmaması için oyalanması durumu dürüstlük kuralına aykırılık olarak kabul edilmektedir. Somut uyuşmazlıkta da taraflar arasında çekişmesiz olduğu üzere, yurt dışında çalışan davacıdan “Hisse Devir ve Kabul Sözleşmesi” başlıklı belgeler karşılığında para tahsil edilmiş ve davalı tarafın da kabulünde olduğu üzere toplanan paralar kişilerin gerçekten ortak olup olmadığının ve davalıların bu anlamda bir haksız fiillerinin bulunup bulunmadığının anlaşılması, ancak yukarda anılan ve uzun süren hukuk ve ceza davalarında yapılacak incelemeler sonucunda mümkün olacaktır. Davadaki zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralına aykırı bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde de bu olguların göz önünde bulundurulması gerekeceği tabiidir.

Burada nazara alınması gereken bir başka husus da davalının faizin haram olduğu kavramından hareketle yurt dışında toplanan paralarla çok büyük yatırımlar yapılacağı, yatırımcılarına önemli ölçüde kâr payı verileceği, paraların istendiği an geri ödeneceği, şirkete para yatırıldığını ispat etmeye yönelik hisse senetlerinin sonradan teslim edileceği yönünde taahhütlerde bulunmasıdır. Davacı taraf da işbu davada bu sebeple davalı şirkete para verildiği iddiasındadır. Yukarıda yapılan özetten de anlaşılacağı üzere davalı taraf davada bir yandan davacının davalı şirketin ortağı olduğunu bildirirken, diğer yandan yatırılan paranın istendiği an geri alınabileceğine inandırılıp, güven telkin edilen ve yurt dışında yatırdığı parasını alamayacağının anlaşılması üzerine işbu davayı açtığı ileri sürülen davacıya karşı, paranın yatırılış tarihine göre zamanaşımı süresinin dolduğunu savunmaktadır. Bu şekilde zamanaşımı def’inin ileri sürülmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşır bir tutum olmadığı açıktır. Bu itibarla, mahkemece, anılan hususlar gözden kaçırılarak, davalının zamanaşımı definde bulunduğu ve zamanaşımı sürelerinin geçtiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının istemi halinde temyiz edene iadesine, 15.05.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.