2014/364 E. 2016/176 K.
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “menfi tespit ve istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.06.2012 gün ve E:2011/506, K:2012/201 sayılı kararın incelenmesi davacı-borçlu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 07.02.2013 gün ve E:2012/15949 K:2013/2448 sayılı ilamı ile;
Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasındaki ticari ilişki çerçevesinde müvekkilinin davalı şirketten mal aldığını ve karşılığında bazen avans olarak çek verdiğini bazen de mal tesliminde ödeme yaptığını, ancak davalı şirketin verilen çekler kadar mal göndermediğini, bu arada davalının müvekkilinin verdiği bazı çekler hakkında icra takibine giriştiğini belirterek müvekkilinin bu takiplere konu çeklerden dolayı borçlu olmadığının tespitine, icra dosyasına haciz baskısı ile ödenen paranın istirdatına ve davalının sebepsiz zenginleştiği miktarın müvekkiline ödemesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının vermiş olduğu 6 adet çekin 2007 yılında aldığı mallara ilişkin olduğunu, 2008 yılında verilen 13 adet çekin ise karşılıksız çıkan çeklere istinaden verildiğini, bu çeklerden 31.10.2008 keşide tarihli ve 13.000 TL bedelli çek ile 30.11.2008 keşide tarihli 13.500 TL bedelli çekin karşılıksız çıktığını, sonuç olarak davacının 2007 yılı sonu itibariyle 47.000,46 TL borçlu olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, cevap ve toplanan deliller doğrultusunda bilirkişi tarafından davacı defterleri üzerinde yapılan incelemede her ne kadar davacının 28.473,71 TL fazla ödemesi gözükse de bu kayıtların davacının davasını ispata yeter olmadığı, bunun için davalı defterlerinin incelenmesine ihtiyaç olduğu, bu amaçla davacı tarafa delil avansı yatırması için kesin süre verildiği, ancak davacının verilen kesin sürede bu avansı yatırmadığı mevcut delillere göre davacının davasını ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Mahkemece 15.03.2012 tarihli celsede 3 numaralı ara kararda davacı tarafa delil avansı yatırması için kesin süre verilmişse de ara kararda bahsi geçen giderin hangi delil için istendiği hususunda açık ve net bir ifadeye rastlanılmadığından ortada usulüne uygun verilmiş bir kesin mehilden söz edilemez. Öte yandan her ne kadar mahkemece davalı defterlerinin incelenmesi için gereken delil avansının yatırılması davacı tarafa yüklenmişse de her iki tarafında kendi defterlerini delil olarak göstermesi ve 6100 sayılı HMK’nun 324.maddesinin 1.fıkrasının 2.cümlesine göre aynı delile her iki tarafın birlikte dayanması halinde delil avansının yarı yarıya taraflardan alınacağı yönündeki hükmü dikkate alınarak ara karar oluşturulmaması da bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, elektrik abonelik sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, “…davacı tarafa delil avansı yatırması için kesin süre verildiği, ancak davacının verilen kesin sürede bu avansı yatırmadığı, mevcut delillere göre davacının davasını ispat edemediği…” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle bozulmuş; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davacı-borçlu vekili temyiz etmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel mahkemece 15.03.2012 günlü oturumda delil avansı yatırılması amacıyla verilen kesin süreye ilişkin olarak oluşturulan ara kararının usulüne uygun olarak oluşturulup oluşturulmadığı noktasında toplanmaktadır. Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde karara ulaşmak bakımından mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler bulunmakta olup, her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır. Mülga 1086 sayılı HUMK ile 6100 sayılı HMK’da öngörülen süreler nitelikleri bakımından taraflar için ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır. Mahkemeler için öngörülen sürelerin taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir. Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur. Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler; kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır: Kanunda belirtilen süreler; kanun tarafından öngörülmüş cevap süresi, temyiz süresi gibi süreler olup bu süreler kesindir. Bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı mahkemece resen gözetilir. Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (Kuru, Baki/Arslan Ramazan/Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’ya Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749). Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir ve bu sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.159). Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin olmayıp, kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur: İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması ve bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2); bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi sonuç değişmez. İkinci halde ise; yasaya göre hakimin tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının ilgili tarafa ihtar edilmesi gerekir. Kesin süreye ilişkin ara kararının verilmesiyle karşı taraf lehine usulü kazanılmış hak doğmaktadır. Bu ilkenin doğal sonucu, yargısal kesin süreyle sadece tarafların değil, hakimin de bağlı olduğu, dolayısıyla hakimin bu tür bir ara kararından dönmesinin hukuken geçersiz bulunduğudur. Kısaca; ister kanun ister hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesi olanaklı değildir. Öte yandan, mülga 1086 sayılı HUMK’nın 163. maddesi ile 6100 sayılı HMK’nın 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Yukarıda vurgulanan ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.02.1983 gün ve E:1980/1-1284, K:1983/141; 22.11.1972 gün ve E:8/832, K:935; 13.10.2010 gün ve E:2010/17-510, K:485; 28.04.2010 gün ve E:2010/2-221, K:241; 28.03.2012 gün ve E:2012/19-55, K:2012/249; 13.03.2015 gün ve E:2013/9-1824, K:2015/1030 sayılı kararlarında da benimsenmiştir. Öte yandan, 6100 sayılı HMK’nın 324.maddesinin 1.fıkrasının 2.cümlesine göre, taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada, yerel mahkemece 15.03.2012 günlü oturumda delil avansı yatırılması amacıyla davacı vekiline verilen kesin süreye ilişkin olarak oluşturulan üç (3) numaralı ara kararı aynen; “Davacı tarafın HMK. md.102-2 gereğince gider avansını ve HMK. 324 gereği 100 TL gider ve 1.100 TL delil avansı yatırması için iki haftalık kesin süre verilmesine, yatırılmadığı takdirde gider avansı yönünden davanın dava şartı yokluğundan yani usulden reddedileceği ve delil avansı yönünden ise o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağının ihtarına(ihtarat yapıldı)” şeklindedir. Görüldüğü üzere, mahkemece, delil avansı yatırılması için davacı vekiline verilen kesin sürenin hangi delil için istenildiği açıkça belli değildir. Öyleyse, mahkemece, oluşturulan ara kararının yukarıda vurgulanan ilkelere uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, davacı ile davalı taraf, delil listelerinde ticari defterlerini delil olarak göstermişlerdir. Buna göre, mahkemece, davanın her iki tarafının ticari defterlerinin delil olarak gösterilmesi karşısında, …m.324/1.fıkra 2.cümle gereğince, delil avansının taraflardan yarı yarıya alınması yönünde ara kararı oluşturulması gerekirken, bunun tersine olarak yalnızca davacı tarafa yüklenmesi usul ve yasaya aykırıdır. Sonuç itibariyle; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Davacı-borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesi, 24.02.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.