Kusursuz Sorumluluk ve İlliyet Bağı Hakkında Hukuk Genel Kurulu kararını istifadenize sunmaktayız.
Kusursuz Sorumluluk ve İlliyet Bağı
Hukuk Genel Kurulu 2014/289 E. , 2016/163 K. “İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … Asliye Ticaret Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 24.03.2011 gün ve 2004/494 E., 2011/153 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay … Hukuk Dairesinin 03.12.2012 gün ve 2011/13185 E., 2012/19668 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı vekili, dava dışı sigortalının müvekkili nezdinde Ticari Tüm İşyeri Sigorta Poliçesi ile teminat altına alınan işyerleri ile içerisinde bulunan emtianın ………meydana gelen yangın nedeniyle zarar gördüğünü, dört dükkan için sigortalıya toplamda 177.119,04 TL ödendiğini ileri sürerek, asıl davada bina maliki olan İl Özel İdaresi, yangının çıktığı jeneratörü çalıştıran işçi … ile işvereni …; birleşen davada ise sürekli enerji sağlama yükümlülüğünü yerine getirmeyen … ve çarşıda parlayıcı, patlayıcı, yanıcı malzeme bulundurulmasına ve satılmasına izin verir şekilde ruhsat veren Büyükşehir Belediyesi’nin zarardan sorumlu olduklarını ileri sürerek, 177.119,04 TL’nin 29.01.2004 ödeme tarihinden itibaren işleyecek reeskont faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalılar İl Özel İdaresi, …, … ve Büyükşehir Belediye Başkınlığı vekilleri ayrı ayrı davanın reddini savunmuş, davalılardan …, davaya cevap vermemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, yangının çalışır durumdaki jeneratöre yakıt ikmali yapan işçinin özensizliği nedeniyle çıktığı, …’a izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı, davalı Büyükşehir Belediyesine yönelik hizmet kusuru iddiasının idari yargının görev alanına girdiği, bina maliki İl Özel İdaresinin yönetici sıfatıyla gereken uyarıları yaptığı, elektrik kesintilerine karşı binaya jeneratör almasının düşünülemeyeceği, işçi … ve BK 55. maddesi uyarınca …’nin zarardan sorumlu oldukları gerekçesiyle, asıl dava yönünden davalılar … ve …’ye açılan davanın kabulüne, davalı İl Özel İdaresi’ne karşı açılmış davanın esastan reddine; birleşen dava yönünden, davalı …’a karşı açılan davanın esastan, davalı Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na açılan davanın ise yargı yolu yönünden reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
1-Birleşen dava yönünden, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Asıl davaya yönelik temyiz itirazına gelince; yangının çıktığı dükkan ile davacının sigortaladığı işyerinin dahil olduğu iş merkezinin mülkiyetinin davalı Ankara İl Özel İdaresi’ne ait olmasına, bu işyerindeki dükkanları kiraya vererek işlettiğinin, yönetiminin, temizlik ve güvenlik hizmetlerinin kendisi tarafından tayin edilen kişilerce yerine getirildiğinin sabit bulunmasına, davacının, aynı zamanda işletme kusuruna da dayanmış olmasına, yanıcı maddelerin de satıldığı böylesine büyük bir iş merkezinin günün teknolojisine uygun olarak merkezi jeneratör yedekleme sistemi ile yangın çıkması halinde devreye giren otomatik yangın kesici tertibatını kurmayan davalı malikin meydana gelen zarardan ayrıca BK’nın 58. maddesi uyarınca sorumlu bulunmasına göre, tespit edilecek kusur durumuna göre asıl davanın davalı İl Özel İdaresi yönünden de kabulüne karar vermek gerekirken, yazılı gerekçeye göre bu davalı yönünden davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamış, kararın bozulmasını gerektirmiştir…) gerekçesiyle asıl dava yönünden oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işyeri sigorta poliçesinden kaynaklanan rücuen alacak istemine ilişkindir.
Mahkemece, jeneratöre yakıt ikmali yapmaya çalışan işçinin kusurlu eyleminin yangın çıkmasına neden olduğu, bu nedenle zararla bina sahibinin sorumluluğuna ilişkin kurallar arasındaki illiyet bağının kesildiği, bina maliki Ankara İl Özel İdaresinin yönetici sıfatıyla gereken uyarıları yaptığı, elektrik kesintilerine karşı binaya jeneratör almasının düşünülemeyeceği, davalı …’a izafe edilebilecek bir kusur bulunmadığı, davalı işçi ve işverenin ise zarardan sorumlu oldukları gerekçesiyle, asıl dava yönünden davalılardan … ve …’ye açılan davanın kabulüne, davalı İl Özel İdaresi yönünden davanın reddine; birleşen davada ise davalı …’a karşı açılan davanın esastan, davalı Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığına karşı açılan davanın ise yargı yolu yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle birleşen dava yönünden onanmış, asıl dava yönünden ise bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu zarardan davalı Ankara İl Özel İdaresinin sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle sorumluluk kavramının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1967, s.89). Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun öğesidir (…, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554).
Sorumluluk, için mutlaka kusurun aranması bazı hâllerde modern tekniğin ve makineleşmenin icaplarına yabancı düşmektedir. Bu sebeple hukukun, esas prensibi olan kusur sorumluluğu yer yer zayıflamış hatta bazı hâllerde tamamen ortadan kalkarak yerini kusursuz sorumluluğa terk etmiştir. Teknik ilerlemeler ve ona bağlı olan tehlikelerin artması karşısında, kusura dayanan subjektif sorumluluk artık, yalnız başına, zarar görenlere etkili bir koruma sağlamaya elverişsiz ve dolayısıyla adaleti gerçekleştirmek bakımından yetersiz kalmıştır. Kusur yoksa sorumlulukta ortaya çıkmaz görüşü artık geçerliliğini kaybetmiştir. Objektif ihtimam vazifesinin ihlâli mülâhazası gereğince; bir şeye veya şahsa karşı kendisine, kanunî bir ihtimam vazifesi yükletilen kimse, bu vazifeyi kusuru olmaksızın yerine getirmese dahi, bu yüzden doğan zarardan mesul olmalıdır. Kusura dayanmayan sorumlulukta; sorumluluğu doğuran olay, zarar ve zararla söz konusu olay arasında bir illiyet bağı bulunması sorumluluğu doğurmak için yeterlidir (Tandoğan Halûk, Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Ankara 1981, s. 3-10; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, Cilt I, Beşinci Bası, İstanbul 1985, s. 671).
Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (Eren Fikret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; Tandoğan Haluk, a.g.e., s.22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (Tekinay /Akman /Burcuoğlu/ Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).
Kusursuz sorumluluk, genellikle olumsuz bir biçimde sorumlu kişinin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk olarak tanımlanır.
Bu noktada; “bina ve yapı eserlerinden doğan sorumluluğa” ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağında doktrinde ve uygulamada görüş birliği bulunmaktadır.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 58.maddesinde (818 s. BK); “Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mes’ul olur.” denilmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.
Bina veya yapı eserlerinden doğan sorumluluğu için; bina veya sair inşa eserinin maliki olmak ve zararın doğmasında bina veya sair inşa eserinin yapılmasındaki bozukluktan veya bakımındaki bir noksandan meydana gelmesi gerekir.
Malikin, bina ya da tesisin tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğü, yalnız onu kullananlara karşı değil, herkese karşı vardır.
Mülga 818 s. BK’nın 58. maddesi kapsamında sorumluluğun doğmasında, yapılıştaki bozukluk-bakım eksikliği ayrımının bir önemi bulunmamaktadır. Zira malikin sorumlu olması için bakım eksikliği veya yapılıştaki bozukluktan herhangi birinin varlığı yeterli görülmektedir. Her iki olasılıkta da yalnızca malikin sorumluluğu söz konusu olmaktadır.
Bir bina veya yapı eserini malikinin mülga 818 s. BK’nun 58. maddesine göre sorumlu tutulabilmesi için, zararın, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden doğduğu ispatlanmalıdır. Buradaki ispat yükü zarar görene düşer.
Bununla birlikte sorumluluğun son şartı; zararla yapım bozukluğu veya bakım eksikliği arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır. Yani zararın yapımdaki bozukluktan veya bakımdaki eksiklikten dolayı meydana gelmiş olması gerekmektedir. Kanunda, bu illiyet bağının varlığı konusunda bir karine kabul edilmemiştir. Yapım bozukluğunu veya bakım eksikliğini ispat etmesi gereken zarar görenin, bir de illiyet bağının varlığını ispat etmesi gerekir. Ancak doktrindeki baskın görüşe göre, hakim, zarar görenin bu konudaki ispat külfetini değerlendirirken fazla katı olmamalıdır (Ataay Aytekin, Borçlar Hukuku Genel Teorisi, İstanbul 1995, s.348; Erten Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.203; İmre Zahit, Doktrinde ve Türk Hukukunda Kusursuz Mesuliyet Halleri, İstanbul 1949, s.182; Tunçomağ Kenan, Borçlar Hukuku, İstanbul 1972, s.357; Baş Ece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Bina ve Yapı Eserlerinden Doğan Sorumluluk, XII Levha Yayınları, s.110; Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, 1961, s:193).
Bazen illiyet bağının ispatı çok zor olabilir. Bu tür durumlarda, zarar verici olgunun, bina veya yapı eserinin yapılışındaki bozukluğa veya bakım eksikliğine bağlanması, hayatın olağan akışına uygun ise, hakim illiyet bağının varlığına karar verebilir (Erten Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.205).
Burada sözü edilen illiyet bağı uygun illiyet bağıdır. Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre, sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Uygun illiyet bağı, sorumluluğu, zarar veren bakımından öngörülebilir risklerle sınırlamaktadır. (Eren Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, s.611, s.617) Başka deyişle, hayatın olağan akışı ve hayat tecrübesi bakımından öngörülemez zararlar uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluğu doğurmayacaktır.
Bazı hallerde zararın ortaya çıkış biçimi, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinin varlığını gösteren fiili bir karine oluşturur. Yapının yapımı ile ilgili mevzuata ve teknik kurallara uyulmadığı, alışılmış tedbirlerin alınmadığı ve resmi makamlarca yapılan denetimler sonucunda, bina ve yapı eserinin teknik niteliklerinin uygun görülmediği ispatlanırsa, bunlar eksikliğin ve illiyet bağının varlığına birer belirti sayılır. Keza, daha önce aynı zararların ortaya çıkması, zarar verici olaydan sonra yeni güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması da birer belirti oluşturabilir (Koç Nevzat, Bina ve Yapı Eseri Maliklerinin Hukuki Sorumluluğu (BK.m.58), Ankara 1990, s. 45 v.d.).
İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Mülga BK’nun 58. maddesi kapsamında sorumluluğun doğabilmesi için illiyet bağının kesilmemiş olması gerekir. Doktrindeki kabul edilen görüşe göre illiyet bağının kesilmesi olasılığı dar yorumlanmalıdır. Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır (Erten Ali, Türk Borçlar Hukukuna Göre Bina ve İnşa Eseri Sahiplerinin Sorumluluğu, BK.58, Ankara 2000, s.230; Baş Ece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Açısından Bina ve Yapı Eserlerinden Doğan Sorumluluk, XII Levha Yayınları, s.113; Deschenaux Henri, Tercier Pierre, Sorumluluk Hukuku, Çeviren Salim Özdemir, Ankara 1983, s.37).
İlliyet bağını kesen hallerden birinin varlığı veya zarara yapım bozukluğu veya bakım eksikliği dışında ve bunların bir katkısı olmaksızın mücbir sebepten üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir kazanın sebep olduğu kanıtlanmadığı takdirde ispat yükü yerine getirilmiş sayılır.
Eldeki davada ise illiyet bağını kesen bu sebeplerden; zarara “üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir kazanın sebep olması” tartışılmaktadır. Kural olmakla birlikte, hiçbir kimse, aynı zarardan üçüncü kişinin de sorumlu olduğunu ileri sürerek, kendi sorumluluğundan kurtulamaz. Her biri, zincirleme sorumluluk kuralları uyarınca zararın tamamından sorumlu olur. Bununla birlikte, üçüncü kişinin kusurunun çok ağır olması veya olaya neden olan eylemin çok önemli olması nedeniyle, birinci eylemin geri plana itilmesi durumunda, sonuç değişebilir.
Belirtmek gerekir ki, üçüncü kişinin kusuru gerekli objektif yoğunluğa, başka deyişle gerekli ağırlığa ulaşmadıkça, zarar görenin kusurunda olduğu gibi illiyet bağını kesmeye yetmeyecektir. Öteki deyişle, üçüncü kişinin kusuru yeterli ağırlığa ulaşıp, illiyet bağını kesmedikçe sonuç doğurmayacaktır. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 21.05.2014 gün ve 2013/11-1082 E., 2014/680 K.; 16.09.2015 gün ve 2015/11-226 E., 2015/1766 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı sigorta şirketinin sigortalısının, davalı İl Özel İdaresine ait …….. adlı iş merkezinde 402, 404, 405, 407 nolu dükkanlarını işlettiği, çarşıda çıkan yangın nedeniyle sigortalıya ait işyerinin de zarar gördüğü, davacının sigortalısına yaptığı ödemeyi, bina maliki davalıdan da talep ettiği, yangının iş merkezinde 66-67 nolu işyeri kiracısının çalışanı tarafından elektriklerin kesildiği bir anda işyerindeki jeneratöre benzin doldurmaya çalışılırken çıktığı hususları dosyada bulunan bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Davacı eldeki davayı, bina malikinin kusursuz sorumluluğuna dayanarak açmıştır. ……..adlı iş merkezinin malikinin davalı İl Özel İdaresi olduğu, yangın sonucu davacı sigortalısının zarara uğradığı mahkeme ile Özel Daire arasında tartışma konusu değildir. Özel Daire ile mahkeme arasındaki uyuşmazlık, aynı iş merkezinde bulunan başka bir işyeri çalışanının eylemi sonucu meydana gelen yangın olayının, davalı bina malikinin sorumluluğunu ortadan kaldıracak şekilde zarar ile arasındaki illiyet bağını kesip kesmediği noktasındadır.
Yukarıda da açıkça anlatıldığı gibi, illiyet bağının üçüncü kişinin eylemi ile kesilmesinde, asıl kural, illiyet bağının varlığıdır ve bu bağın kesildiğini davalı İl Özel İdaresi kanıtlamak zorundadır. Hakim illiyet bağının kesilip kesilmediğini değerlendirirken uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığını değerlendirmeli ve üçüncü kişinin fiilinin illiyet bağını kestiğini çok dar yorumlamalıdır. Burada da dikkat edilmesi gereken husus hayatın olağan akışına ve binanın tahsis amacına göre meydana gelen zararın davalı bina maliki tarafından öngörülüp öngörülemeyeceği ve zararın önlenmesi için gerekli güvenlik ve emniyet tedbirlerini alıp almadığıdır.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, yanıcı, parlayıcı ve patlayıcı maddelerin yoğun olarak bulunduğu, yapısının değiştirilmek suretiyle dükkan sayısının artırıldığı, günlük insan trafiğinin yoğun olduğu bir iş merkezinin maliki olan davalı İl Özel İdaresinin, söz konusu iş merkezinde her an yangın çıkabileceğini öngörmesi, bunun için gerekli güvenlik ve emniyet tedbirlerini alarak, binaya merkezi jeneratör ve otomatik yangın söndürme sistemini kurdurması gerektiği belirgindir. Söz konusu binanın yapıldığı zamanın şartlarına uygun yapılmış olması ve gerekli izin ve ruhsatların alınmış olması yukarıda da açıklandığı üzere, bina malikinin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
Mahkemece, olay mahallinde yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporu ile ek raporlarda davalı İl Özel İdaresine iş merkezinde bulunan işyerlerinde benzinli jeneratör bulundurması nedeniyle % 40 oranında kusur verilmiş; ayrıca aynı iş merkezi ile diğer işyeri sahiplerinin açtığı alacak davalarında ve yangına sebebiyet verenler hakkında açılan ceza dava dosyasında alınan bilirkişi raporlarında da davalı İl Özel İdaresi kusurlu bulunmuştur.
O halde, davalı kiracı çalışanının eylemi bu sorumluluğu ortadan kaldıracak derecede illiyet bağını kesmez. Yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak; davalı bina malikinin meydana gelen zarardan mülga 818 sayılı BK’nun 58. maddesi uyarınca sorumluluğu bulunduğu kabul edilmelidir.
Görüşmeler sırasında azınlıkta kalan bazı üyelerce, davacı sigorta şirketinin işyerlerini sigortalarken binayı mevcut hali ile gördüğü ve sigorta sözleşmesi yaptığı, ayrıca iş merkezinin inşa edildiği dönemin şartlarına uygun yapıldığı, davalı bina malikinden merkezi jeneratör ve otomatik yangın söndürme sistemi yapmasının beklenemeyeceği dolayısı ile yerel mahkeme kararının onanması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de, yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş kabul edilmemiştir.
Bu itibarla, mahkemece açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirme yapılarak ve ayrıca 12.11.2012 tarihinde kabul edilen ve 30.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Altı İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri de gözetilmek suretiyle yapılacak yargılama sonucunda asıl davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 24.02.2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.