Muris Muvazaası ve Tenkis Hakkında Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi Birinci Hukuk Dairesince Verilmiş Karar

Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi 2022-168 E. 2022-914 K. 15.06.2022
DAVANIN KONUSU: Tapu İptali Ve Tescil (Muris Muvazaası Nedeniyle)

“Davacı vekilinin” istinaf başvurusu üzerine Kdz. Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2015/229 Esas – 2019/108 Karar sayılı kararı ile dava dosyası incelendi.

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARI :

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; tarafların ortak murilerinden intikal eden Gülüç Örencik Mah Köyiçi mevki 149 ada – 11 parsel sayılı taşınmazdaki 2/3 hissesini üzerindeki üç katlı kargir ev ile birlikte 17/09/1981 tarihinde 2.700,00 TL bedelle davalılar eşit hisse oranında mirastan mal kaçırmak amaçlı ve muvaazalı olarak satış suretiyle temlik ettiklerini, muvazaa nedeniyle yapılan satışın davalı H. yönünden 1/3 hissesinin iptali ile müvekkilinin miras hissesi oranında müvekkili adına tapuya kayıt ve tesciline, İ. Y. yönünden payını üçüncü kişiye devrinden dolayı müvekkilinin miras hissesi oranında fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 20.000 TL tazminatın dava tarihinden itibaren davalı İ. Y.’dan alınmasına, kabul görmezse tenkis talebine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar vekili cevap dilekçesinde özetle; muris ile davalılar arasında yapılan 17/09/1981 tarili resmi şekilde yapılan satış işleminin muvazalı olduğu iddiasının kabulünün mümkün olmadığını, haksız ve hukuka aykırı davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARI :

Kdz. Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2015/229 Esas – 2019/108 kararı ile; davanın reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davacı vekilinin dosyaya sunmuş olduğu 03/11/2021 tarihli istinaf başvuru dilekçesinde özetle; “mahkeme kararı usul ve hukuka aykırıdır. Davamız muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olup; murisin kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak taşınmazı satış yolu ile erkek çocuklarına temlik etmesi nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, tazminat, talebin kabul görmemesi halinde tenkis istemine ilişkindir. Miras bırakan E. Y. Y.,davalılar erkek çocukları İ. Y. ve H. Yavuz’a, 2/3 hissesini üzerindeki üç katlı kargir evle birlikte, 17/09/1981 tarihinde 27.000,00 TL bedelle eşit hisse oranında mirastan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olarak satış suretiyle temlik etmiştir. Davalılar davaya cevap dilekçelerinde satışın gerçek satış olduğunu ve para ile satın aldıklarını iddia etmişlerdir. Gerçekten davalılar dava konusu taşınmazı satış yolu ile devraldıklarını murise bedelini para olarak ödediklerini ileri sürmüşler, taşınmazın bedeli olarak minnet duygusu, bakım,hizmet ve emeğini göstermemişler ve savunmamışlardır. Mahkemenin, “davalıların taşınmazı alım güçlerinin bulunduğu” hem de “minnet duygusu ile söz konusu taşınmazları gizli niyet olarak hibe etmiş olabileceği” ni kararına gerekçe göstermesi varsayımsal , çelişkili ve hukuka aykırıdır. Murisin daha öncede davalılara çok sayıda taşınmazı devrettiği iddialarımız arasında bulunmaktadır. Dosya arasında davalılar adına tapuya kayıtlı taşınmazlara ilişkin kayıtlar vardır. Mahkemenin tenkis talebimiz ile ilgili hiçbir delil toplamadan, murisin sağlığında devrettiği taşınmazları araştırmadan varsayımsal olarak talebimizin reddi haksız olmuştur. Murisin kız çocuklarından mal kaçırmak kastı ile muvazaalı satış yolu ile dava konusu taşınmazı erkek çocuklarına devrettiği, birlikte oturduğu çocuklarından hiçbir bedel almadığı, gerçek amacının gizli bağış olduğu anlaşılmaktadır. Davalı davanın hiçbir aşamasında murisin minnet duygusu ile taşınmazları devrettiğini savunmamışlardır. Tanık anlatımlarından murise tüm çocuklarının bakıp ilgilendiği, anlaşılmaktadır. Murisin sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmamıştır.Taşınmaz rayiç bedel üzerinden değerinin çok altında devredilmiştir. Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı müvekkillerin miras payları oranın tapu iptal tescil talebine ilişkin davamız kanıtlandığı halde davanın kabulü yerine reddine karar verilmesi hukuka aykırıdır. Yukarıda açıklanan ilke ve Kanun hükümleri çerçevesinde tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde, taşınmazın Muris tarafından davalılara temliki işlemlerinin bedel karşılığında olmadığı hususu sabittir. Murisin taşınmazı satmasını gerektirecek ekonomik bir ihtiyacının bulunmadığı, satış bedelinin rayiç bedel olarak gösterilmesi, dosya kapsamından murisin sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yaptığından söz edebilme olanağı da bulunmadığı, yapılan temlikin 01/04/1974 gün, 1/2 sayılı içtihadı birleştirme kararı kapsamında mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu açıktır.” şeklindeki istinaf sebepleriyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulüne karar verilmesini talep etmişlerdir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE HUKUKİ GEREKÇE

(TARAFLAR ARASINDA UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN VEYA OLMAYAN HUSUSLARLA BUNLARA İLİŞKİN DELİLLERİN TARTIŞMASI, RET VE ÜSTÜN TUTMA SEBEPLERİ, SABİT GÖRÜLEN VAKIALARLA BUNLARDAN ÇIKARILAN SONUÇ V HUKUKİ SEBEP) :

Dava; “muris muvazaası” hukuksal sebebine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescili ile tazminat (bedel), olmadığı taktirde ise; “saklı payın zedelenmesi “hukuksal sebebine dayalı saklı pay oranında tenkis istemlerine ilişkindir.

Dava dosyasının istinaf kanun yolu incelemesini yapan Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi olarak tarafımızca dava dosyasında 6100 s. HMK’nun 355. maddesinde; “(1) İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir.” hükmü ile 6100 s. HMK’nun 357/1.. maddesinde ise; “(1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinde karşı dava açılamaz, davaya müdahale talebinde bulunulamaz, davanın ıslahı ve 166 ncı maddenin birinci fıkrası hükmü saklı kalmak üzere davaların birleştirilmesi istenemez, bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.” hükmü gereğince sınırlı olarak ve re’sen kamu düzeni yönünden inceleme yapılmıştır.

Davanın yasal dayanağı; Yargıtay İBK’nin 01/04/1974 tarih ve 1/2 sayılı İnançları/İçtihatları Birleştirme Kararı, 818 s. BK’nun 18. (6098 s. TBK’nun 19.) maddesi, 4721 s. TMK’nun 706. maddesi, 6098 s. TBK’nun 237. maddesi ile 2644 s. TK’nun 26. maddesi ile 4721 s. TMK’nun 560. – 571. maddeleridir.

Yargıtay İBK’nin 01/04/1974 tarih ve 1/2 sayılı İnançları/İçtihatları Birleştirme Kararında; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicillinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olsun miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin 818 s. BK’nun 18. (6098 s. TBK’nun 19.) maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan 743 s. MK’ nun 507. ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1/4/1974 günlü ikinci toplantısında oyçokluğuyla karar verildi.” şeklinde içtihat altına alınmıştır.

818 s. BK’nun 18. maddesinde; “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

6098 s. TBK’nun 19. maddesinde; “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır. Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış olan üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

4721 s. TMK’nun 706. maddesinde; “Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır. Ölüme bağlı tasarruflar ve mal rejimi sözleşmeleri, kendilerine özgü şekillere tabidir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

6098 s. TBK’nun 237. maddesinde; “Taşınmaz satışının geçerli olabilmesi için, sözleşmenin resmî şekilde düzenlenmesi şarttır. Taşınmaz satışı vaadi, geri alım ve alım sözleşmeleri, resmî şekilde düzenlenmedikçe geçerli olmaz. Önalım sözleşmesinin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmış olmasına bağlıdır.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

2644 s. TK’nun 26. maddesinde; “Mülkiyete, mülkiyetin gayrı ayni haklara ve müşterek bir arzın hissedarları veya birbirine muttasıl gayrimenkullerin sahipleri arasında bunlardan birinin veya bir kaçının o gayrimenkul üzerinde mevcut veya inşa edilecek binanın, muayyen bir katından veya dairesinden yahut müstakillen istimale elverişli bir bölümünden munhasıran istifadesini temin gayesiyle Medeni Kanunun 753 üncü maddesi hükümlerine göre irtifak hakkı tesisine veya tesisi vadine mütedair resmi senetler tapu sicil müdürü veya tapu sicil görevlileri * tarafından tanzim edilir. İllerde bulunan tapu sicil müdürlükleri dışındaki müdürlüklerden akitli ve akitsiz işlemleri yıllık 500’ün altında olan yerlerde işleri yapmak üzere, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yakın il veya ilçelerde görevli tapu sicil müdürü veya görevlendirilen yetkili memura belirli günlerde yetki verilebilir. Resmi senetlerin düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir. Alakalıların isteği halinde resmi senedi tanzim için memurlar ikametgahlara giderler, bu sırada gelecek haciz ve tahdit kararları resmi senedi yapmak için ikametgaha gitmiş olan memura tebliğ olunur. Resmi senede tarafların kimlik bilgileri ile birlikte vergi kimlik numaraları da kaydedilir. (Değişik fıkra: 06/03/1981 – 2421/1 md.) Resmi senedi, taraflar ile hazırlayan tapu sicil müdürlüğü görevlileri imzalar, tapu sicil müdürü veya görevlendirilen memur onaylar. * Tarafların kimliklerinde şüpheye düşülen hallerde tanık getirilmesi istenebilir. Kanunların tanık bulundurulmasını zorunlu kıldığı hükümler saklıdır. 11 Ocak 1926 tarihli ve 711 sayılı Kanun gereğince yapılacak akitlerde de aynı usul uygulanır. Birinci fıkrada beyan olunan irtifak hakkı tesisi vaitleri tapu siciline re’sen şerh verilir. Bunlardan irtifak hakkı tesisi vadine mütedair resmi senetler tapuya şerh verilmekle, taallük ettiği gayrimenkulün sonraki maliklerini de ilzam eder. Noterlik Kanununun 44 üncü maddesinin (B) bendi mucibince noterler tarafından tanzim edilen gayrimenkul satış vadi sözleşmeleri ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmeleri de taraflardan biri isterse gayrimenkul siciline şerh verilir. Şerhten itibaren beş yıl içinde satış yapılmaz veya irtifak hakkı tesis ve tapuya tescil edilmezse işbu şerh tapu sicil müdürü veya tapu sicil görevlileri tarafından re’sen terkin olunur. Kamu kurum ve kuruluşları (Ordu Yardımlaşma Kurumu dahil), bankalar, Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatiflerince açılacak tüm kredilere karşılık teminat gösterilen gayrimenkullerin ipotek işlemleri, tarafların istemi halinde resmi senet tanzim edilmeksizin alacaklı ile borçlu ve varsa kefilleri arasında yapılan kredi veya borç sözleşmelerine istinaden, tapu sicil müdürlüklerince tapuya tescil edilir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

4721 s. TMK’nun 560. maddesinde; “Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, mirasbırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler. Yasal mirasçıların paylarına ilişkin olarak tasarrufta yer alan kurallar, mirasbırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça, sadece paylaştırma kuralları sayılır.” şeklinde, yine aynı kanunun 561. maddesinde; “Saklı pay sahibi mirasçılara ölüme bağlı tasarrufla yapılan ve tasarruf edilebilir kısmı aşan kazandırmaların onların saklı paylarını aşan kısmı orantılı olarak tenkise tâbi olur. Tenkise tâbi birden fazla ölüme bağlı tasarrufun bulunması hâlinde, saklı pay sahibi mirasçıya yapılan kazandırmanın saklı payı aşan kısmı ile saklı pay sahibi olmayan kimselere yapılan kazandırmalar orantılı olarak tenkis edilir.” şeklinde, yine aynı kanunun 562. maddesinde; “Mirasbırakan, tasarruf edebileceği kısmı aştığında, saklı payı zedelenen mirasçı, iflâsı hâlinde iflâs Dairesi’nin veya mirasın geçtiği tarihte kendisine karşı ellerinde ödemeden aciz belgesi bulunan alacaklıların ihtarına rağmen tenkis davası açmazsa, iflâs idaresi veya bu alacaklılar, alacaklarının elde edilmesi için gerekli olan oranda ve mirasçıya tanınan süre içinde tenkis davası açabilirler. Mirasçılıktan çıkarılanın çıkarma tasarrufuna itiraz etmemesi durumunda da iflâs idaresi veya alacaklılar, aynı koşullarla tenkis davası açabilirler.” şeklinde, yine aynı kanunun 563. maddesinde; “Tenkis, mirasbırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça, mirasçı atanması yoluyla veya diğer bir ölüme bağlı tasarrufla elde edilen kazandırmaların tamamında, orantılı olarak yapılır. Ölüme bağlı tasarrufla kazandırma elde eden kimse, bazı vasiyetleri yerine getirmekle yükümlü kılınmışsa, kazandırmanın tenkise tâbi tutulması hâlinde, bu kimse mirasbırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça vasiyet borçlarının da aynı oranda tenkis edilmesini isteyebilir.” şeklinde, yine aynı kanunun 564. maddesinde; “Değerinde azalma meydana gelmeksizin bölünmesine olanak bulunmayan belirli bir mal vasiyeti tenkise tâbi olursa, vasiyet alacaklısı, dilerse tenkisi gereken kısmın değerini ödeyerek malın verilmesini, dilerse tasarruf edilebilir kısmın değerini karşılayan parayı isteyebilir. Tasarruf konusu malın vasiyet alacaklısında kalması durumunda, malın tenkis sebebiyle vasiyet borçlusuna verilmesi gereken, aksi hâlde tasarruf oranı içinde kalan kısmının karar günündeki değerinin para olarak ödetilmesine karar verilir. Bu kurallar, sağlararası kazandırmaların tenkisinde de uygulanır.” şeklinde, yine aynı kanunun 565. maddesinde; “Aşağıdaki karşılıksız kazandırmalar, ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tâbidir: 1. Mirasbırakanın, mirasçılık sıfatını kaybeden yasal mirasçıya miras payına mahsuben yapmış olduğu sağlararası kazandırmalar,geri verilmemek kaydıyla altsoyuna malvarlığı devri veya borçtan kurtarma yoluyla yaptığı kazandırmalar ya da alışılmışın dışında verilen çeyiz ve kuruluş sermayesi, 2. Miras haklarının ölümden önce tasfiyesi maksadıyla yapılan kazandırmalar, 3. Mirasbırakanın serbestçe dönme hakkını saklı tutarak yaptığı bağışlamalar ve ölümünden önceki bir yıl içinde âdet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar, 4. Mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar.” şeklinde, yine aynı kanunun 566. maddesinde; “Kendisine tenkise tâbi bir kazandırma yapılmış olan kimse iyiniyetli ise, sadece mirasın geçmesi anında kazandırmadan elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür; iyiniyetli değilse, iyiniyetli olmayan zilyedin geri verme borcuna ilişkin hükümlere göre sorumlu olur. Miras sözleşmesiyle elde ettiği kazandırma tenkise tâbi tutulan kimse, bu kazandırma için mirasbırakana verdiği karşılığın tenkis oranında geri verilmesini isteyebilir.” şeklinde, yine aynı kanunun 567. maddesinde; “Mirasbırakanın kendi ölümünde ödenmek üzere üçüncü kişi lehine hayat sigortası yaptığı veya böyle bir kişiyi lehdar olarak sonra belirlediği ya da sigortacıya karşı olan istem hakkını sağlararası veya ölüme bağlı tasarrufla karşılıksız olarak üçüncü kişiye devrettiği hâllerde, sigorta alacağının mirasbırakanın ölümü zamanındaki satınalma değeri tenkise tâbi olur.” şeklinde, yine aynı kanunun 568. maddesinde; “Mirasbırakan, tahmin edilen devam sürelerine göre sermayeye çevrilmeleri hâlinde tasarruf edilebilir kısmı aşan intifa hakkı veya irat borcu ile terekesini yükümlü kılarsa, mirasçıları, intifa hakkının veya irat borcunun tenkisini ya da tasarruf edilebilir kısmı vererek bu yükümlülüğün kaldırılmasını isteyebilirler.” şeklinde, yine aynı kanunun 569. maddesinde; “Mirası artmirasçıya geçirme yükümlülüğü ile saklı payı zedelenen mirasçı, aşan kısmın tenkisini isteyebilir.” şeklinde, yine aynı kanunun 570. maddesinde; “Tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar, önce ölüme bağlı tasarruflardan; bu yetmezse, en yeni tarihlisinden en eskisine doğru geriye gidilmek üzere sağlararası kazandırmalardan yapılır. Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar ve sağlararası kazandırmalar en son sırada tenkis edilir.” şeklinde, yine aynı kanunun 571. maddesinde ise; “Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her halde vasiyetnamelerde açılma tarihinin, diğer tasarruflarda mirasın açılması tarihinin üzerinden on yıl geçmekle düşer. Bir tasarrufun iptali bir öncekinin yürürlüğe girmesini sağlarsa, süreler iptal kararının kesinleşmesi tarihinde işlemeye başlar. Tenkis iddiası, def’i yoluyla her zaman ileri sürülebilir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

A)MURİS MUVAZAASI; niteliği itibariyle 818 s. BK’nun 18. (6098 s. TBK’nun 19.) maddesinde düzenlenen bir nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaadır. Mevsuf muvazaada, yanlar, görünürdeki muvazaalı işlemin altında, hüküm ve sonuç yaratmasını istedikleri başka bir işlem yaparlar. Bu maddeye göre, “bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.

Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.”

818 s. BK’nun 18. ve 4721 s. TMK’nun 2. maddelerine göre, hukuki işlemlerde bildirimde bulunanın kullandığı sözlere bakılmayarak, objektif iyiniyet kuralları gereğince kendisine karşı bildirimde bulunulanın sözlerinden ne gibi bir anlam çıkarması gerekiyorsa, ona uygun yorum yapılmalıdır. (Özuğur,Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.306)

Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini, genellikle satış veya ölünceye kadar bakma akdi ile gizlerler. Görünüşteki sözleşmenin vasfı, tamamen değiştirildiğinden muris muvazaası aynı zamanda tam muvazaa özelliği de taşır. (Özkaya,Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.293 )

Muris muvazaası ile taraf muvazaası arasında kasıt yönünden farklılık vardır. İlkinde, mirasçıları, diğerinde ise üçüncü kişileri aldatma ve zarar uğratma kastı vardır. Bu nedenle muris muvazaasında, murisin mirastan mal kaçırmak amacıyla hareket edip etmediği önemlidir. Bunun dışında mirasçıların kim olduğunun önemi yoktur.

Muris Muvazaası, Dört Unsurdan Oluşur:

1-Miras bırakanın, mirasçısından mal kaçırmak için karşı tarafla anlaşarak gerçek iradesine uygun düşmeyecek ve sonuç doğurmayacak biçimde düzenlediği, tarafların aralarında düzenledikleri muvazaa anlaşması ile geçersiz olduğunu kabul ettikleri görünüşteki sözleşme,

2-Mirasçılarını aldatma kastı,

Burada, aldatılan mirasçının temlik tarihinde mirasçı olup – olmamasının herhangi bir önemi yoktur. Temlik tarihinde, miras bırakanın aldatma amacı güttüğü bir mirasçısının bulunması ve iptal davasının açıldığı tarihte de mirasçı sıfatını taşıması yeterlidir.

Çünkü, görünüşteki işlem, tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığı için, hukuki sonuç doğurmamaktadır. Müeyyidesi mutlak butlan olan ve başlangıcından itibaren hükümsüzlük ifade eden işlem, onay veya zaman geçmekle geçerlilik kazanmayacağına göre, işlemden sonra mirasçılık sıfatı alan kişiler için de geçerli hale gelmez. ( Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.309)

3-Miras bırakan ile karşı taraf arasındaki görünüşte yapılan sözleşmenin niteliğini değiştiren, hiç bir şekil şartına bağlı olmayan, tarafların beyanları ile iradeleri arasında bilerek meydana getirdikleri, uyumsuzluğu açıklayan muvazaa anlaşması,

4-Miras bırakan ile karşı tarafın gerçek iradelerine uygun olan ancak saklanan ve genellikle bağış sözleşmesi şeklinde yapılan gizli sözleşme.

Taşınır mallarla tapusuz taşınmazların devrine ilişkin gizli sözleşme şekle tabi değildir, ancak tapulu taşınmazlarda geçerli olması için gizli sözleşmenin resmi şekilde yapılması gereklidir.

Şekle aykırılık, yargılamanın her safhasında taraflarca ileri sürülebilir, hakim tarafından da re’sen (kendiliğinden) dikkate alınır.

Muris muvazaası, 818 s. BK nun 18. maddesi (6098 s. TBK’nun 19.) dışında herhangi bir yasal düzenlemeye tabi tutulmamıştır. Kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve ilmi görüşlerden almakta ise de esas dayanağını, 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı oluşturmaktadır. Bu kararda belirlenen ilkeler, daha sonra kabul edilen 22.05.1987 tarih, 1986/4 Esas 1987/5 Karar sayılı ve 16.03.1990 tarih, 1989/1 Esas 1990/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında da kabul edilmiş, bundan böyle uygulamalar bu ilkeler doğrultusunda gelişme göstermiştir. ( Özkaya,Eraslan, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.294 )

01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre, bir kimsenin mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmazını hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, yani, gerçekte bağışladığı taşınmazını, tapu sicil memurluğunda satış gibi göstererek devir ve temlik etmişse, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar görünürdeki satış sözleşmesinin 818 s. BK’nun 18. (6098 s. TBK’nun 19.) maddesine dayanarak danışıklı (muvazaalı) olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilirler.

Bu dava hakkı, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan 743 s. MK’ nun 507. ve 603. (4721 s. TMK’nun 565. ve 669.) maddelerinin sağladığı haklara etkili olmaz.

Ancak akıldan çıkarılmaması gereken husus, anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’nın, sadece miras bırakanın, tapulu taşınmazlarının devir ve temliklerinde yapmış olduğu muvazaalı işlemler için geçerli olduğudur. 2918 sayılı Yasa gereğince trafik siciline tescili zorunlu araçlar dışındaki araçlar ve taşınır mallar ile tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların temliklerinde gizli bağış sözleşmesi şekle bağlı olmayıp geçerli bulunduğu ve zilyetliğin devri ile mülkiyet karşı tarafa geçtiğinden bu içtihatların uygulama yeri yoktur. (Eraslan ÖZKAYA, İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 1999, s.294-Özuğur, Ali İhsan, Açıklamalı-İçtihatlı Tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, 2005, s.315)

Aynı şekilde, menkul malların zilyetliği, bağışlama ile devredilmiş veya bağışlama konusunda yazılı bir taahhüt alınmış ve menkul mal karşı tarafa teslim edilmişse, artık, muvazaa nedenine dayalı iptal davası açma olanağı kalmamış demektir. Muris muvazaası hükümlerinin ve ispat vasıtalarının, menkullerde uygulanma olanağı yoktur. Muris muvazaasına dayalı iddialar, yukarıda açıklanan 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında ve sadece tapuya kayıtlı taşınmazlar hakkında ileri sürülebilir ve davayı miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar açabilir. Davacı mirasçılar, üçüncü şahıs konumunda oldukları ve payları oranında iptal ile tescil talep edebilecekleri için, açılan davaya tüm mirasçıların katılmasına veya terekeye temsilci atanmasına gerek yoktur.

Dava açan mirasçı, muvazaalı işlemin tarafı olmadığından, miras bırakanın ardılı (külli halefi) gibi hareket etmeyip, miras hakkını korumaya çalıştığından üçüncü kişi durumundadır ve miras bırakanın yaptığı sözleşmenin, miras hakkını zarar uğrattığını, kendisinden mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ve aleyhine haksız bir fiil işlendiğini ileri sürerek bu sözleşmenin iptalini isteyebileceği gibi bu iddiasını da 01.04.1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre her türlü delille kanıtlayabilir ise de muris muvazası dışında işlemi yapan taraflar arasında 818 s. BK’nun 18. (6098 s. TBK’nun 19.) maddesine göre açılan davalarda ispatın yazılı delil, yazılı delil başlangıcı, yemin gibi delillerle ispatı zorunluluğu vardır. Zaten muvazaa ile muvazaanın özel bir şekli olan muris muvazaası arasında ispat bakımından da farklılık bulunduğu açıktır.

Yine açıklanan 01.04.1974 tarih ve 1974/1-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, muris muvazaasına dayalı iptal davasında davalı sıfatını, miras bırakanla görünürdeki muvazaalı işlemi yapan kişi veya kişiler taşır.

Yine Yargıtay’ın yerleşik içtihatları gereğince; tapusuz taşınmazların menkul mal niteliğinde olduğu ve de söz konusu taşınmazların elden bağışlanma ile zilyetliğinin 3. şahsa devri halinde muvazaa nedeniyle tapu iptali ve tescili davası açılamayacağı, eğer koşulları varsa ve de saklı paya tecavüz edilmişse saklı payına el atılan mirasçının tenkis davası açabileceği içtihat edilmiştir.

Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de; 4721 s. TMK’nun 706. maddesi, 6098 s. TBK’nun 237. maddesi ile 2644 s. TK’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup – bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup – olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.

Bu tür durumlarda, miras bırakandan tüm mirasçılarına intikal eden taşınır taşınmaz mallar ve haklar araştırılmalı, tapu kayıtları ve varsa öteki delil ve belgeler mercilerinden getirtilmeli her bir mirasçıya nakledilen malların ve hakların nitelikleri ve değerleri hakkında uzman bilirkişiden rapor alınmalı böylece yukarıda değinilen anlamda bir paylaştırma kastının bulunup bulunmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Kural olarak, ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı bir temlikin muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. Böyle bir iddia karşısında miras bırakanın ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup – olmadığının belirlenebilmesi için; sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan malvarlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılayabilecek bir sınırda kalıp – kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.

Böyle bir iddia karşısında asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse örneğin; mirasçılardan mal kaçırma düşüncesinde ise bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez. Akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İBK’nin 01/04/1974 gün ve 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda uygulama yeri bulur.

Muris muvazaası davası açacak kişinin muvazaalı sözleşme yapan miras bırakanın (murisin) mirasçısı olması yeterlidir.

Dava açan mirasçı 3. kişi durumunda olduğundan, davasını “her türlü delil” ile ispat edebilir.

Hemen belirtilmelidir ki, davada ileri sürülen iddia ve buna bağlı istek muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı bulunmaktadır. Muris muvazaasına ilişkin açılan tapu iptal ve tescil davalarının herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın her zaman açılabileceği gerek Yargıtay ve gerekse doktrince kabul edilen yerleşik içtihatlardandır. (özellikle davanın dayanağı olan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda 01/04/1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile hak düşürücü ve zamanaşımı süresi öngörülmediğinden) Bu isteğe bağlı açılan tazminat davalarında zamanaşımı süresinin başlama tarihinin ise; iptal ve tescil isteme hakkının ortadan kalkacağı tarih olacağı da sabittir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/10531 Esas – 2019/5845 Karar)

Hemen belirtilmelidir ki, ehliyetsizlik iddiasıyla 3. kişiler aleyhinde açılan tapu iptali ve tescil davalarında, terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekmektedir. (4721 s. TMK m. 640) Ne var ki, bu kuralın mirasçılar arasında paylı mülkiyet hükümleri geçerli olduğundan, bir mirasçının diğer bir mirasçı aleyhine açtığı davalarda uygulama yeri bulunmadığı kuşkusuzdur. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2018/472 Esas – 2019/2826 Karar)

Öte yandan, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davalarında dava değeri, çekişme konusu taşınmazların tümünün dava tarihindeki değeri üzerinden davayı açan mirasçı ya da mirasçıların miras paylarına isabet eden toplam değeridir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/17118 Esas – 2019/6421 Karar)

Yine bilindiği üzere elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur. 4721 s. TMK’nun 701-703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortakların tümüne aittir. Başka bir anlatımla, ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Sözü edilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil ortaktır. Bu kural, 4721 s. TMK’nun 701. maddesinde ”Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.” biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır. 4721 s. TMK’nun 702/2. maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (11.10.1982 tarih l982/3-2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2012/4248 Esas – 2012/7278 Karar)

Bilindiği ve 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere ”muris muvazaası, mirasbırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin 818 s. BK’nun 18. (6098 s. TBK’nun 19.) maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu” olarak tanımlanmaktadır. Kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder. Somut olaya gelince; çekişme konusu taşınmazda mirasbırakan …….. tarafından tapu sicil memuru önünde yapılan temliki bir işlem bulunmadığından İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmamaktadır. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2017/1279 Esas – 2020/2322 Karar)

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle, çekişmeli taşınmazların yapılan kadastro çalışmaları ile senetsizden davalılar adına tescil edildiği saptanmak, 01/04/1974 tarihli 1/2 İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri olmadığı gözetilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olduğuna göre; davacının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2013/12818 Esas – 2013/15326 Karar)

Öte yandan, 4721 s. TMK’nun 719. maddesi taşınmazların yatay mülkiyet kapsamını belirlerken 4721 s. TMK’nun 718. maddesi hükmü ile de dikey mülkiyet kapsamı belirlenmiştir. Diğer yandan, yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz’ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arzın mülkiyetine bağlıdır. Bu husus 4721 s. TMK’nun 684. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Bu düzenlemeler karşısında; üzerinde 634 s. Kat Mülkiyeti Kanunu uyarınca kat irtifakı veya kat mülkiyeti kurulmamış bir binanın mülkiyetinin 4721 s. TMK’nun 684. maddesi gereğince zeminin mülkiyetine tabi olacağından müstakil olarak kullanılan bölüm veya katlarda bağımsız mülkiyet oluşturulmasına yasal olanak yoktur. Gerçekten de; hukukumuzda “çifte mülkiyet” kabul edilmemiş olup, taşınmaz üzerindeki her türlü muhdesat ve yapılar arzın mülkiyetine tabidir. Başka bir değişle bütünleyici parça niteliğindedir. Bu nedenle, binadaki belli bir bölümün bir tarafa aidiyeti ile onun adına tescili ayrık durumlar hariç (Kat Mülkiyeti Kanunu) yasal açıdan mümkün değildir. Ancak sonradan inşa edilen bölüm veya kat bakımından koşulların varlığı halinde bedel talep edilebileceği kuşkusuzdur. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2014/873 Esas – 2014/16714 Karar)

Hemen belirtilmelidir ki, edinme şekli (((davacı, mirasbırakan babası CÖ’ in, …. Ltd. Şti’nin kurucu ortaklarından olduğunu, anılan şirketin faaliyet gösterdiği 118 ada – 5 parsel sayılı taşınmazı diğer ortak NC ile 3. kişilerden bedelini ödeyerek satın aldıklarını, ancak mirasbırakanın o dönem şeker hastalığına bağlı görme kaybı yaşaması ve kendisini işlerin takibinde yetersiz görmesi nedeniyle temlik aldığı taşınmaz payını henüz 18 (onsekiz) yaşında olan davalı oğlu MÖ adına muvazaalı olarak tescil ettirdiğini, aslında payın mirasbırakana ait olduğunu, mirasçılardan mal kaçırma amaçlı hareket edildiğini ileri sürerek))) gözetildiğinde dava konusu taşınmaz yönünden ileri sürülen iddianın gizli bağış (para bağışı) niteliğinde olduğu, mirasbırakan tarafından davalıya kayda dayalı bir devir yapılmadığı, gizli bağış iddiası yönünden 01.04.1974 tarih ve ½ sayılı İBK’nın uygulanma olanağının bulunmadığı, koşullarının varlığı halinde tenkis istenebileceği anlaşıldığından, muris muvazaası nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteminin reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2019/3133 Esas – 2021/3683 Karar)

Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup – olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. (6100 s. HMK m. 187/1.) Vakıa (olgu) ise; 03.03.2017 tarih ve 2015/2 Esas – 2017/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar” şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. Hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip- gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip- gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise; 4721 s. TMK’ nun 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, 6100 s. HMK’ nun 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/4-1496 Esas – 2021/58 Karar)

B)TENKİS; miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (bağış) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul; mirasbırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümüyle bilinmesiyle mümkündür. Tereke mirasbırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu malvarlığı kıymetleri ile iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Mirasbırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin 743 sayılı Kanun uygulanacaksa bir aylık 4721 sayılı Kanun uygulanacaksa üç aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tespiti gerekir (4721 s. TMK m. 564). Miras bırakanın 4721 s. TMK’nun 506. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif (nesnel) ve sübjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedeleme kastının varlığından söz edilemez.

Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya 4721 s. TMK’nun 565. maddesinin 1, 2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken 4721 s. TMK’nun 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirasçılardan ise aynı Kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir.

Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda (Sabit Tenkis Oranı) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı (4721 s. TMK m. 564) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir.

Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihini kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca süratle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, karar tarihindeki rayice göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak naktin ödetilmesine karar verilmelidir.

Öte yandan, bilindiği ve 4721 s. TMK’ nun 565/4. maddesinde düzenlendiği üzere mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar tenkise tabidir.

Tenkis davasının konusu, miras bırakanın saklı payı zedeleyen bir veya birden fazla kazandırmalarıdır.

Bir kimsenin karşılık almaksızın kendi malvarlığı hak ve alacaklarından, diğer bir kimse yararına temin ettiği hukuki işlemlere kazandırma, (tasarruf) denir.

Hukuki bir işlemin kazandırma, bağış sayılabilmesi için tamamen karşılıksız olması da koşul değildir.

Miras bırakanın yapmış olduğu kazandırma veya kazandırmalara karşılık lehine kazandırma yapılan kimse de bir karşılık vermiş, bir edimde bulunmuş olabilir. Bu halde de karşılıklı edimlerin bedelleri arasında önemli bir fark bulunuyor ve bu farkın kazandırma amacıyla yapıldığı açıksa, gerçek karşılıkla olan farklılık da karşılıksız kazandırma sayılır. Buna karma kazandırma da denilir.

Miras bırakan tasarruf edilebilir kısmı aşan karşılıksız veya karma kazandırmalarını ölüme bağlı kazandırma, sağlar arası kazandırma veya kazandırmalar şeklinde yapabilir.

Tenkisin sözlük anlamı indirme, azaltma ve eksiltmedir. Kanun koyucu, kanuni mirasçıların bazılarına, miras bırakanın iradesiyle ortadan kaldırılamayan, dokunulamayan bir miras hakkı tanımıştır. İşte, tanınan bu hakka saklı pay, bu hakkın tanındığı kimselere de saklı paylı mirasçı denilmektedir.

Saklı paylı mirasçının hakkı, miras bırakanın iradesinden bağımsız olarak güçlendirilmiş olup, miras bırakanın bu hak üzerinde tasarrufta bulunması yasaklanmıştır.

Sağlar arası veya ölüme bağlı bir tasarruf ile saklı pay sahibi mirasçının saklı payına el atıldığı takdirde, yapılan o tasarruf, tenkis davası yolu ile saklı paylı mirasçının saklı payı sağlanıncaya kadar indirime tabi tutulacaktır.

Başka bir anlatımla; saklı paylı mirasçılar, miras bırakanın saklı paylarına el atması halinde onun, ölümünden sonra bu el atmanın ortadan kaldırılmasını, saklı paylarının tamamlanmasını talep ve dava edebileceklerdir.

İşte, bu tür davalara da tenkis davası denilmektedir. O halde tenkis davası, miras bırakanın sağlar arası veya ölüme bağlı tasarruf veya tasarruflarıyla, tasarruf edilebilir kısmı aşması halinde, bu tasarrufların, tasarruf edilebilir kısım oranına indirilmesini temin eden hukuki bir olgudur. (4721 s. TMK m. 560-son)

Saklı pay sahibi mirasçı, tenkis davası açabileceği gibi, tenkis isteme hakkı, henüz yerine getirilmemiş tasarrufların, yerine getirilmesini istemesi halinde defi yolu ile de kullanılabilecektir. (4721 s. TMK m. 571/son)

4721 s TMK’nun 560. ve devamı maddelerinde tenkis davalarını düzenlemiştir. Hangi tasarrufların tenkis edilebileceği, saklı paya el atma olup, olmadığının belirlenmesi yöntemi, tecavüz halinde hangi tasarrufların, hangi sıra ile tenkise tabi tutulacağı bu bölümde açıklanmıştır.

Tenkis davaları, yenilik doğuran (inşai) nitelikte davalar olup, mirasın açıldığı güne kadar geriye doğru etkilidir.

Bu dava ile, miras bırakanın yaptığı tasarrufların iptali değil, değiştirilmesi, tasarrufların, tasarruf edilebilir kısma çekilmesi amaçlanmıştır. Bu niteliğiyle tenkis davası bir eda davası olarak kabul edilemez.

Miras bırakanın tasarrufu önceden yerine getirilmişse, davalının elinde bulunan malların iadesinin sağlanabilmesi için ayrıca eda isteminin de bulunması gerekmektedir.

İndirme ve bu indirmenin iadesi istemi ayrı ayrı dava konusu yapılabileceği gibi, her iki istek aynı davada da ileri sürülebilir.

Tenkis davası, tasarrufa konu malın lehtarın eline geçmiş olması halinde, eda istemini de kapsar.

Tenkis kararı bu hali ile iki bölümde değerlendirilmelidir.

Birinci bölüm, miras bırakanın tasarruflarının saklı payı ihlali ve saklı pay sınırına çekilmesini, indirilmesini belirleyen o tasarrufları değiştiren, (inşa) yenilik doğurucu bölümdür.

İkinci bölüm ise, lüzumu halinde saklı payı tamamlamayı, mal varlığında meydana gelen eksikliğin giderilmesini amaçlayan eda bölümünü kapsamaktadır.

Saklı paylı mirasçılara ölüme bağlı tasarrufla yapılan ve tasarruf edilebilir kısmı aşan tasarrufların, kazandırmaların, onların saklı paylarını aşan kısmı, orantılı olarak tenkise tabi olacaktır. Tenkise tabi birden fazla ölüme bağlı tasarrufun bulunması halinde, saklı paylı mirasçıya yapılan kazandırtmanın saklı payı aşan kısmı ile, saklı pay sahibi olmayan kimselere yapılan kazandırmalar, orantılı olarak tenkis edilecektir.

Tenkis, miras bırakanın arzusunun başka türlü olduğu tasarruftan anlaşılmadıkça mirasçı atanması yoluyla veya diğer bir ölüme bağlı tasarrufla elde edilen kazandırmaların tamamında orantılı olarak yapılacaktır.

Kendisine tenkise tabi bir kazandırma yapılmış olan kimse iyi niyetli ise, sadece mirasın geçmesi anında kazandırmadan elinde kalanı geri vermekle yükümlüdür; iyi niyetli değilse, iyi niyetli olmayan zilyedin geri verme borcuna ilişkin hükümlere göre sorumlu olacaktır.

Tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar, önce ölüme bağlı tasarruflardan; bu yetmezse en yeni tarihlisinden en eskisine doğru geriye gidilmek üzere sağlar arası kazandırmalardan yapılacaktır. Kamu tüzel kişileri ile kamuya yararlı dernek ve vakıflara yapılan ölüme bağlı tasarruflar ve sağlar arası kazandırmalar en son sırada tenkis edilecektir. (4721 s. TMK m. 570)

Ölüme bağlı kazandırmaların aksine, miras bırakanın yaptığı sağlar arası kazandırıcı hukuki işlemler kayıtsız, koşulsuz tenkise tabi tutulmamıştır. Burada işlemin tenkise tabi tutulabilmesi için ön koşul; saklı paya el atma, tasarruf edilebilirlik sınırının aşılmasıdır. Ancak bu da yeterli değildir. Sağlar arası kazandırmaların tenkise tabi tutulabilmesi için saklı paya el atma yanında 4721 s. TMK’nun 565. ve 567. maddelerinde açıklanan koşulların da gerçekleşmesi gerekmektedir.

Tereke, ölen bir kimsenin mal, hak, alacak ve borçlarının tümünü ifade eder. Yani miras bırakanın ölüm tarihine göre bırakmış olduğu, maddi veya maddi olmayan, genellikle para ile ölçülmesi mümkün aktif ve pasif değerlerin karşılığıdır. Miras ise, terekeden daha geniş kapsamlıdır. Miras bırakanın hak ve borçları da mirasçılara ve terekeye intikal edecektir. O halde, tereke; miras bırakanın ölüm tarihine göre bırakmış olduğu tüm kıymetler ile mirasta denkleştirmeye konu iadeye tabi olarak yaptığı sağlar arası, mirasçıların terekeye geri vermekle birbirlerine karşı yükümlü oldukları kazandırmalar terekenin aktifini, miras bırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı giderleri, miras bırakan ile birlikte yaşayan ve onun tarafından bakılan kimselerin üç aylık geçim giderleri, muvazaalı (danışıklı) ödemelerde alınan karşılıklar, yine eğitim ve öğrenimini tamamlamamış olan veya sakatlıkları bulunan çocuklara yapılacak hakkaniyete uygun ödemeler vb. gibi terekenin pasifini oluşturur.

Terekenin tasarruf edilebilir kısmı, net terekeden, yani terekenin aktifinden, pasifleri çıktıktan sonra kalan kısmından saklı payların toplamının çıkarılması sonucu geriye kalan değerlerdir. Miras bırakanın saklı paylı mirasçısı yok ise, miras bırakan net tereke üzerinde ve tamamında dilediği gibi tasarruf edebilecektir. (4721 s. TMK m. 505- 506)

Net terekenin hesaplanmasında, terekeyi oluşturan tüm unsurların mirasın açıldığı tarihteki, başka bir anlatımla miras bırakanın ölümü tarihindeki rayiç değerlerinin, gerçek sürüm değerlerinin nazara alınması gerekir.

Tenkis davasında ispat yükü 4721 s. TMK’nun 6. maddesine göre davacıya aittir.

Tenkis davası saklı paylı mirasçılar tarafından açılacağından davacı, öncelikle saklı paylı mirasçı olduğunu, mirasa hak ehliyetini (mirasçılık belgesi, nüfus kayıtları veya bunların olmaması halinde tanık beyanlarıyla) miras bırakanın ölümünü, saklı payına el atıldığını kanıtlamak zorundadır.

Saklı payı zedeleme kastı tanık dahil her türlü delille kanıtlanabilecektir. Bu bağlamda, saklı payı zedeleme kastı yemin delili ile de kanıtlanabilecektir. (Ali İhsan Özuğur, tenkis, Mirasta Denkleştirme ve Muvazaa Davaları, s.5-142)

Tenkis talebi, kanunda sayılan bazı şartlar gerçekleştiğinde sağlararası tasarruflar hakkında ileri sürülebilir. Saklı payı zedelese dahi her sağlararası tasarruf tenkise tabi tutulmaz. Sağlararası tasarrufların tenkise tabi tutulmaları için kanunda sayılan şartların gerçekleşmiş olması gerekir. Mirasbırakan tarafından sağlığında gerçekleştirilen sağlararası tasarruflar saklı payı zedelese ve tasarruf edilebilir sınırı aşsa dahi, ancak 4721 s. TMK’nun 565. ve 567. maddelerdeki koşulların gerçekleşmesi halinde tenkise tabi tutulurlar. 4721 s. TMK’nun 565. maddenin ilk üç bendinde ve 4721 s. TMK’nun 567. maddesinde belirtilen haller özel haller olmasına rağmen, 4721 s. TMK’nun 565. maddenin dördüncü bendindeki hal daha genel niteliktedir. Bunun dışındaki sağlararası kazandırmalar bedelsiz olsalar bile tenkise tabi tutulmazlar. 4721 s. TMK’nun 565/4. maddesine göre; “Mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar.” hukuken geçerli ise, yapıldıkları tarihten mirasın açılmasına kadar geçen süre ne olursa olsun tenkise tabidir. Bu bent gereği tenkisin uygulanabilmesi için, mirasbırakanın saklı payı ihlal etmek istediğinin açık olarak anlaşılması şart olup, mirasbırakanın kazandırmayla saklı payı ihlal ettiğini bilmesi, kastın ispatı için yeterlidir. Lehine kazandırma yapılan kişinin, bu kastı taşıyıp taşımaması veya mirasbırakanın kastını bilip – bilmemesinin önemi yoktur. Ancak mirasbırakanın tasarruf anında saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla hareket etmesi şarttır. Bu husus tanık dahil her türlü delille kanıtlanabilir. Muris tarafından karşılıksız kazandırma yapılmış olduğunun ispat külfeti davacı taraftadır.

Mirasbırakanın saklı pay kurullarını etkisiz kılma amacıyla yaptığı açık kazandırmalara uygulamadan örnekler olarak;

1-Erkek çocuğa öncelik verme

2-Birden çok evlenebilme zorluğu

3-Malvarlığının önemli bölümünün verilmesi

4-Aşırı bedel farkı bulunması

5-Diğer sebepler

sayılmaktadır.

*Bilindiği üzere, mirasçılık ve mirasın geçişi mirasbırakanın ölüm tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir (4722 s. Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun m. 17). Mirasbırakan 01.01.2002 tarihinden önce ölmüşse 743 s. Türk Kanunu Medenisi hükümlerinin, 01.01.2002 tarihinden sonra ölmüşse izse; 4721 s.Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümlerinin uygulanması gerekir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/10755 Esas – 2019/3916 Karar)

*Davacı, mirasbırakanları H….Ö….’in, 139 ada – 116 ve 3 ada – 274 parsel sayılı taşınmazlarını davalıya bağış yolu ile devrettiğini, yapılan işlemin saklı payına tecavüz ettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile tereke hesabı yapılarak tasarruf nisabı dışındaki oran üzerinden paylı olarak kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiş, yargılamanın devamı sırasında 11.06.2008 tarihli dilekçesi ile 3 ada – 274 parsel olarak bildirilen taşınmazın sehven yazıldığını, doğrusunun 204 ada – 4 parsel sayılı taşınmaz olduğunu belirtmiştir. Somut olayda; mirasbırakanın 21.07.2004 tarihinde öldüğüne ve 4721 s. TMK’nun 565/3. maddesi uyarınca ölümünden önceki 1 (bir) yıl içinde adet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar mutlak tenkise tabi olduğuna göre; anılan temliğin 18.09.1991 tarihinde bağış suretiyle gerçekleştiği gözetildiğinde, dava konusu taşınmazların “mutlak tenkise tabi olduğu”nu söyleyebilme olanağı yoktur. O halde, çekişmeli taşınmazların tenkise tabi olabilmesi için 4721 s. TMK’nun 565/4. maddesinde düzenlendiği üzere mirasbırakanın temliki saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığının 6100 s. HMK’nun 190. ve 4721 s. TMK’nun 6. maddeleri uyarınca davacı tarafından kanıtlaması gerekmektedir. Ne var ki, mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmış değildir. Hal böyle olunca, davacı taraf dava dilekçesinde tanık deliline dayandığından, tanıklarını bildirmesi için süre verilmesi, bildirilen tanıklar dinlenerek dava konusu temliğin 4721 s. TMK’nun 565/4. maddesi kapsamında saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapılıp – yapılmadığının araştırılması, saklı payı zedeleme kastı ile yapıldığının tespit edilmesi halinde yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca tenkis hesabı yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2019/1953 Esas – 2020/4709 Karar)

*Kabule göre de, taşınmazın aynına ilişkin tescil kararı verilmeden önce tenkis bedelinin depo edilmesi doğru olduğuna göre depo edilen bedelle ilgili olumlu ya da olumsuz karar verilmemesi de doğru değildir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2019/1953 Esas – 2020/4709 Karar)

*Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda tapu iptali ve tescili yönünden taşınmaz temlik tarihinde tapuya kayıtlı olmadığı için muris muvazaası iddiasının dinlemeyeceği gerekçesiyle; tenkis talebi yönünden de mirasbırakanın 12 yıl önce devrettiği zilyetliğin tenkisin konusu olmayacağı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davaların reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 151 ada – 40 parsel sayılı taşınmazın 10.07.2006 tarihli kadastro tutanağında taşınmazın vergi ve tapu kaydı bulunmadığı, 20 yıldan fazla M… oğlu S…. K…’ın zilyetliğinde iken 2000 yılında zilyetliğini oğlu G….’a satarak devrettiği ve onun adına tespitin yapıldığının belirtildiği, yapılan tespitin 26.09.2006 tarihinde kesinleştiği, mirasbırakan S…..’in 16.10.2012 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak çocukları T…, O…., Ş….. ve G…..’ın kaldığı, asıl davayı T…’ın, birleştirilen davayı ise; O…..’ın açtığı anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, tapusuz taşınmazların mülkiyetinin devri menkul mal zilyetliğinin devri hükmünde olup bu tür temliklerde 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek asıl ve birleştirilen davalarda tapu iptali ve tescili taleplerinin reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacıların, bu yöne değinen temyiz itirazlarının reddine, Somut olayda, mirasbırakanın 16.10.2012 yılında öldüğü, asıl ve birleştirilen davaların 04.01.2013 tarihinde açıldığı dikkate alındığında davacıların tenkis taleplerinin süresinde olduğu, 4721 s TMK’nun 565. maddesinin 4. fıkrası uyarınca da temlikin mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan tasarruflardan olması halinde ise tenkis hükümlerinin uygulama alanı bulacağı açıktır. Hal böyle olunca, mahkemece davacıların tenkis talepleri yönünden işin esasına girilerek yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca inceleme yapılması, toplanan ve toplanacak deliller (usulünce bildirilmiş olmak kaydıyla) doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2017/5285 Esas – 2020/2677 Karar)

*Öte yandan, bilindiği ve 4721 s. TMK’nun 565/4. maddesinde düzenlendiği üzere mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar tenkise tabidir. Somut olaya gelince, dinlenilen davacı tanıkları mirasbırakan Ş….’ın temlikleri davacının saklı payını zedeleme kastı ile yaptığı yönünde bir beyanda bulunmamışlardır. Toplanan deliller yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, mirasbırakanın çekişmeli temlikleri saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı kanıtlanmış değildir. Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2013/19251 Esas – 2014/5958 Karar)

*Mahkemece, asıl dava yönünden temlikin saklı payı zedeleme kastı ile yapıldığı iddiasının ispatlanamadığı, birleştirilen dava yönünden de; 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İBK’nın şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Bilindiği ve 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, mirasbırakanın asıl amacı bağış olduğu halde, mirasçısından mal kaçırmak amacı ile tapu sicilinde satış göstermek suretiyle yaptığı temliklerde görünürdeki satış akti muvazaa nedeniyle, gizlenen bağış akti ise şekil noksanlığı yönünden geçersizdir. Ancak, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar, taşınır mal niteliğindedir ve zilyetlikten ibaret olan hakkın devri suretiyle yapılan elden bağışlama sözleşmeleri hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Bu nedenle de gizlenerek yapılan bağışlama niteliğindeki tasarruf geçerlidir. Mirasbırakan tarafından tapusuz taşınmazların zilyetliğinin devri suretiyle gerçekleştirirken geçerli işlemlere karşı 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur. Somut olaya gelince, tapusuz olup kadastro tespiti sırasında mirasbırakan tarafından bağış biçiminde davalılara temlik edilen birleştirilen davanın konusu 164 ada – 6 parsel ve 124 ada – 632 parsel sayılı taşınmazlar yönünden 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulama yerinin bulunmadığı ve muris muvazaasına ilişkin iddianın dinlenemeyeceği, koşullarının varlığı halinde ise; 4721 s. TMK’nun 560 ila 571. maddelerinde öngörülen tenkis davasına konu edilebileceği açıktır. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/10755 Esas – 2019/3916 Karar)

*Öte yandan, birleştirilen davanın konusu olan tapulu 124 ada – 651 parsel sayılı taşınmazın temlikinin; a)BAĞIŞ (bağış) suretiyle yapıldığı, geçerli işlemlerden olan bağış suretiyle yapılan temliklerde de 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri olmadığı ve muris muvazaasına ilişkin iddianın dinlenemeyeceği, b)Koşullarının varlığı halinde ise; 4721 s. TMK’nun 560. – 571. maddelerinde öngörülen tenkis davasına konu edilebileceği kuşkusuzdur. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/10755 Esas -2019/3916 Karar)

*Ayrıca, bilindiği ve 4721 s. TMK’nun 565/4. maddesinde düzenlendiği üzere mirasbırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık olan kazandırmalar tenkise tabidir. Somut olaya gelince; mirasbırakan tarafından asıl davanın konusu 124 ada – 651 parsel, 153 ada – 8 parsel, 164 ada – 4 parsel, 124 ada – 632 parsel ve 164 ada – 6 parsel sayılı taşınmazları davalı oğlu ve torunlarına bağışlanmış olup, bu bağışların 4721 s. TMK’nun 565/4. bendi uyarınca saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapıldığı sabittir. Hâl böyle olunca; tenkis talebi ile ilgili olarak yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda araştırma, inceleme ve değerlendirme yapılarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/10755 Esas – 2019/3916 Karar)

*Somut olaya gelince; muris R… Ç….’ın 16/10/2008 tarihinde öldüğü, çekişme konusu 206 ada – 28 sayılı parselin ise; davalı B…. Ç….’a 10/03/2006 tarihinde bağışlandığı, anılan bağışın murisin ölümünden önceki 1 (bir) yıl içerisinde yapılmadığı, bu nedenle mutlak olarak tenkise tabi bir tasarruf olmadığı, davalı B……’a yapılan bağışın, murisin saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapıldığının tespit edilmesi halinde tenkise tabi olacağı gözetilmeksizin anılan bağışın mutlak tenkise tabi olduğu gerekçesiyle tenkise karar verilmesi hatalıdır. Hal böyle olunca, davalı B…… Ç……’a yapılan bağışın 4721 s. TMK’nun 565/4. bendi uyarınca saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yapılıp – yapılmadığının tespit edilmesi, gerekir ise; bu konuda yeniden taraf tanıklarının dinlenilmesi, delillerin toplanılması ve sonucuna göre tenkis isteği yönünden bir karar verilmesi, öte yandan, birleştirilen dava yönünden harçlandırılan 7.100,00 TL dava değeri üzerinden davalılar yararına vekalet ücretine hükmedilmesi gerekir iken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi de hatalıdır. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2016/12445 Esas – 2017/1523 Karar)

*Asıl ve birleşen davalardaki temliklerle mirasbırakanın malvarlığının tamamına yakın bölümünün davalılara bağış yolu ile devredildiği gözönüne alındığında, mirasbırakanın saklı payı ihlal kastı açıktır. Ne var ki, birleşen 2013/1458 Esas sayılı dosyada Hazine’ye temlik edilen 0 ada – 105 parsel yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, reddine karar verilmesi ve bu parsel hariç tutularak tenkis hesabı yapılması doğru değildir. Hâl böyle olunca, temlike ve davaya konu tüm taşınmazlar hesaba dahil edilerek, denetime elverişli rapor alınması, hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması isabetsizdir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2015/15105 Esas – 2015/14980 Karar)

*Bilindiği ve 4721 s. TMK’nun 560. ve devamı maddelerinde düzenlendiği üzere “saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar murisin tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler. 4721 s. TMK’nun 565/3. maddesine göre de mirasbırakanın ölümünden önce 1 (bir) yıl içinde yaptığı bağışlamalar “mutlak tenkise tabi” ise de, 1 (bir) yıldan önceki bağışlamalar bakımından “saklı payı zedeleme kastı” araştırılacaktır. (4721 s. TMK m.565/4) (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2015/15105 Esas – 2015/14980 Karar)

*4721 s. TMK’nun 565/3. ve 4. maddelerinde miras bırakanın ölüm tarihinden önceki 1 (bir) yıl içerisinde yaptığı bağışların ölüme bağlı tasarruflar gibi mutlak tenkise tabi tutulacağını, 1 (bir) yıl öncesine ait bağışlarda ise; miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığı açık temliklerinin tenkise tabi olacağını hükme bağlamıştır. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2013/19251 Esas – 2014/5958 Karar)

*Miras bırakanın bedelini 3. kişiye ödeyerek sicil kaydının davalı adına tescilinin sağlanması gizli bağış (elden bağış) niteliğinde olup, 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı tevhidi içtihadın uygulama yeri olmadığı gözetildiğinde mahkemece tapu iptali ve tescil isteğinin reddine karar verilmiş olması doğru olduğundan, davacılar vekilinin bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. (Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 2013/8301 Esas – 2013/17861 Karar)

Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup – olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. (6100 s. HMK m. 187/1.) Vakıa (olgu) ise; 03.03.2017 tarih ve 2015/2 Esas – 2017/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar” şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir. Hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip- gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip- gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise; 4721 s. TMK’nun 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi, usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, 6100 s. HMK’nun 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2017/4-1496 Esas – 2021/58 Karar)

Somut olaya gelince; ilk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davacının davasının (((mahkememizce 19/10/2018 tarihinde mahallinde yapılan keşif sırasında dinlenen mahalli bilirkişi ve tanık anlatımları dikkate alındığında, muris Emine’nin 2009 tarihinde öldüğü, murisin davalı H. ve ailesi ile birlikte yaşadığı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tanık ve dava konusu taşınmazın resmi satış akit tablosu incelendiğinde muris Emine’nin taşınmazın 2/3 payının 27.000 TL mukabilinde davalılara sattığı anlaşılmıştır. Öncelikle alım gücü yönünden yapılan değerlendirmede davalıların Erdemir de çalıştıkları mezkur payı satın alabilecek güçlerinin olduğu, Murisin ise çalışmadığını büyük oğlu H. ile birlikte kaldığı tüm harcamaların gelir giderlerin aynı çatı altında ortak karşılandığı açıktır. Mahkememizce tüm dinlenen tanık beyanları ve gelen belgeler incelendiğinde, davalıların muris E. Y. Y.’a bakıp ilgilendiği, ailece her beraber oturdukları, murisin davalılara duyduğu minnet duygusu ile söz konusu taşınmazları gizli niyet olarak hibe etmiş olabileceği, murisin ölüm tarihi ile dava konusu taşınmazın devredildiği tarih arasında 28 yılı aşkın sürenin bulunduğu anlaşıldığı gibi, dosya arasına celp edilen dava dışı (temlik dışı) taşınmazların varlığı da gözetildiğinde saklı payı zedelediği kastının bulunmadığı mahkememizce anlaşılmıştır. Tarafların ortak miras bırakanı E. Y. Y.’un dava konusu taşınmazdaki 2/3 payını davalılara 1981 yılında satış sureti ile devrettiği ve 17/12/2009 tarihinde vefat ettiği, dolayısıyla temliki tasarrufların miras bırakanın ölüm tarihinden evvelki 1 yıldan daha önce gerçekleştiği, bu nedenle anılan tasarrufların, TMK’nun 565/4 hükmüne göre murisin saklı payı zedeleme kastının bulunduğunun açık olması halinde ancak tenkise tabi olacağı , tanık anlatımları, tapu ve kadastro tutanaklarına göre murisin üzerine kayıtlı taşınmazlardan yalnızca birinin 2/3 payını davalılara verdiği, davalıların murisin vefatına kadar kendisine bakıp ilgilendiği, murisin davacıyla herhangi bir anlaşmazlığı bulunmadığı, davacı taraf miras bırakanın saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla söz konusu tasarrufları gerçekleştiği iddiasını ispat edemediği anlaşılmakla davanın reddine dair gerekçeleriyle))) reddine karar verilmiş olup, dosya kapsamından murisin dava konusu Zonguldak İli, Ereğli İlçesi, Gülüç/Örencik Mahallesinde kain 149 ada – 11 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3 hissesinin Ereğli Tapu Müdürlüğü’nün 17/09/1981 tarih ve 1267 yevmiye numaralı satış akdi ile oğlu/davalılardan H. Y.’a, yine aynı taşınmazdaki 1/3 hissesinin ise; Ereğli Tapu Müdürlüğü’nün 17/09/1981 tarih ve 1267 yevmiye numaralı satış akdi ile oğlu/davalılardan İ. Y.’a, temlik etmiş olduğu, her ne kadar davacı vekilince yukarıda açıklanan istinaf sebepleri ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davalarının kabulüne karar verilmesi talep edilmiş iseler de, iddia, savunma, tapu kayıtları, Ereğli Tapu Müdürlüğü’nün 17/09/1981 tarih ve 1267 yevmiye numaralı satış akdi, bilirkişi raporları, tüm tanık anlatımları, mirasçılık belgesi ile tüm dava dosyası kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; mirasbırakanın dava konusu Zonguldak İli, Ereğli İlçesi, Gülüç/Örencik Mahallesinde kain 149 ada – 11 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3’er hisseleri davalılara temliki işleminde; davacı ile muris arasındaki beşeri ilişkilerin iyi olması (husumet bulunmaması), murisin dava dışı/temlik dışı 3 (üç) adet taşınmazının bulunması, davaya konu taşınmazın 1.ve 2. katının muris ve eşi tarafından, 3. katın ise davalılar tarafından yapılmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; davalılar ile birlikte mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak hareket ettiği davacı tarafça ispatlanamadığından murisin davaya konu taşınmazdaki hisselerini temlik etmesi nedeni ile 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı içtihadı birleştirme kararı kapsamında değerlendirilemeyeceği, dolayısı ile muris muvazaasına konu olamayacağı, dava konusu Zonguldak İli, Ereğli İlçesi, Gülüç/Örencik Mahallesinde kain 149 ada – 11 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3’er hisselerini davalılara/oğullarına temlik etmesinde akdin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı anlaşıldığından ve de bu suretle murisin “mirasçılardan mal kaçırma kastı bulunmadığından” 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulama şartlarının oluşmadığı anlaşılmaktadır. Yine 4721 s. TMK’nun 565/4. maddesi uyarınca ((tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup – bulunmadığı objektif (nesnel) ve sübjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedeleme kastının varlığından söz edilemez. / Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 2016/9409 Esas – 2019/4002 Karar sayılı ilamı)) mirasbırakanın dava konusu Zonguldak İli, Ereğli İlçesi, Gülüç/Örencik Mahallesinde kain 149 ada – 11 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3’er hisselerin davalılara/oğullarına temlik etmesinde saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla yaptığının kanıtlaması gerektiğinden ve de murisin davacının “saklı payı zedeleme kastı ile hareket etmediği” anlaşıldığından, ilk derece mahkemesince muris tarafından davalılara yapılan temlikler de mirasbırakanın mirasçılardan mal kaçırma kastı ve temlikin muvazaalı olmadığı gerekçesiyle tapu iptali ve tescil isteğinin, yine murisin saklı payı zedeleme kastı ile hareket ettiği davacı tarafından ispatlanamadığı gerekçeleriyle tenkis isteğinin de reddine karar verilmiş olmasında usul ve esas ve de dosya kapsamı/içeriği yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmadığı anlaşılmakla davacının istinaf sebepleri dairemizce yerinde görülmemiş olup, davacının istinaf başvurusunun 6100 s. HMK’nun 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmış olup, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Ayrıntısı ve Gerekçesi Yukarıda Açıklandığı Üzere,

1)-Davacı vekilinin Kdz. Ereğli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2015/229 Esas – 2019/108 Karar sayılı kararının kaldırılmasına yönelik istinaf kanun yolu başvurularının 6100 s. HMK’nun 353/1-b.1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,

2)-İstinaf talebi reddedildiğinden davacıdan alınması gereken 80,70 TL istinaf maktu karar harcından peşin alınan 59,30 TL harcın mahsubu ile eksik alınan 21,40 TL harcın davacıdan alınarak Maliye Hazinesine GELİR KAYDINA, (ancak harç terkin sınırı altında kalması nedeniyle maliye hazinesine “harç tahsil müzekkeresi” yazılmasına YER OLMADIĞINA)

3)-İstinaf eden davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderinin kendi üzerinde BIRAKILMASINA,

4)-Kullanılmayan ve artan istinaf gider avansının 6100 s. HMK’nun 333. maddesi uyarınca davacıya ilk derece mahkemesi tarafından talep olmadan (re’sen) İADESİNE,

5)-Kararın kesin olduğu dikkate alınarak, dairemiz kararının ilk derece mahkemesi tarafından taraflara “tebliğ”, “harç”, “yargılama giderleri” ve “diğer işlemlerin” ilk derece mahkemesi tarafından YERİNE GETİRİLMESİNE,

6)-Kararın taraflara ilk derece mahkemesince TEBLİĞİNE,

Dair, 6100 s. HMK’nun 353. maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6100 s. HMK’nun 362/1-a. bendi gereğince KESİN (((harçlandırılmış dava değerinin; 23.425,13 şer TL ve de 2021 yılı temyiz sınırının ise; 78.360,00 TL olması sebepleriyle))) olmak üzere 15/06/2022 tarihinde OY BİRLİĞİ ile karar verildi.